Tanpınar ve Sinema

 

1955 yılında, Filmoloji Kongresi’ne katılmak için Paris’e gitmesine yol açacak kadar sinemaya ilgisi var mıydı Tanpınar’ın, yoksa bu kongre yurt dışına çıkabilmesi için bir vesile miydi, kestirmek zor. Tanpınar’ın kongrede ne yaptığı konusunda da fazla bilgimiz yok. 1 Şubat – 4 Mart arasında süren bu ikinci Paris gezisinden günlüğünün yayımlanmış sayfalarında söz edilmiyor. Sadece Adalet Cimcoz’a gönderdiği iki mektup (14 Şubat 1955, 28 Şubat 1955) ve Yaşadığım Gibi’de yer alan “Dolu Bir Gün” yazısı bu seyahate aittir. Bir filmoloji kongresini takip etmiş olmasına rağmen, ne mektuplarda ne de gezi yazısında sinema üzerine kayda değer bir şey buluruz.

Ancak dönüşünden sonra yazdığı yazılarda (özellikle “Fotoğraf ve Resme Dair”de) sinemanın daha geniş yer tuttuğunu, hatta derslerinde bile sık sık sinemadan söz ettiğini görüyoruz. Hayatının son yıllarında, söylendiğine göre para kazanmak amacıyla, senaryo yazmaya giriştiğini de biliyoruz. Arşivinde, senaryo taslaklarına benzeyen bazı sayfalar derlenip toplandığında ortaya ne çıkacağını göreceğiz. Şimdilik sadece, Nâbizade Nâzım’ın Zehra adlı romanını senaryolaştırmak için çeşitli şemalar ve planlar hazırladığını söyleyebiliriz. Ve elbette, elimizde Sahnenin Dışındakiler’den uyarladığı İki Ateş Arasında adlı yayımlanmış bir de senaryosu var (İyi Şeyler, 1998).

Tanpınar’ın izlediği ve çeşitli açılardan eleştirdiği filmleri bir araya getiren bu sayfada, sadece üç film hakkındaki görüşlerini, kendi kaleminden değil, asistanı Turan Alptekin’in yazdıklarından, tanıklığından ve derslerini takip eden öğrencisi Gözde Sağnak’ın tuttuğu notlardan okuyoruz: Gizli Celse, Kızıl ile Kara ve Siyah Orphe.

Alptekin, Tanpınar’da aşk ve kadın konusunu ele aldığım Orpheus’un Şarkısı adlı kitabım hakkındaki yazışmamız sırasında, onun bu mitolojik hikâyeye çok değer verdiğini söylemiş, ve Marcel Camus’nün 1959 tarihli Siyah Orphe filminin Tanpınar üzerindeki etkisinden özellikle söz etmişti. Yazılarında adı geçmemekle birlikte, Alptekin’in verdiği bilgiye göre Tanpınar bu filmi derslerinde sık sık konu edinir ve bütün öğrencilerine izlemelerini hararetle tavsiye edermiş.

Aşağıdaki sayfada bu üç filmle birlikte, Tanpınar’ın yazılarında geçen filmler hakkında bilgi verilmiştir.

Açıklama: Handan İnci

Filmlerin listesi için…

Makale: Tanpınar’ın Bilinmeyen Bir Senaryosu Üzerine Notlar…

POTEMKİN ZIRHLISI (1925)

Yönetmen: Sergei M. Eisenstein

Senaryo: Nina Agadzhanova

Oyuncular: Aleksandr Antonov, Vladimir Barskiy, Grigoriy Aleksandrov, Ivan Bobrov

 

 

DEDEKTİF (1954) 

Yönetmen: Robert Hamer

Senarist: G.K. Chesterton, Thelma Schnee

Oyuncular: Alec Guinness, Joan Greenwood, Peter Finch

 

 

25 Mayıs 1953

“Potemkin Zırhlısı’nı methedildiği kadar beğenmedim. Fotoğraflar harika. Yakınlaştırmalar, toplamalarla elde edilen neticeler mükemmel. Büyük, azametli, fakat propaganda. Ben komünist propagandasını ve hiçbir propagandayı sevmiyorum. Neşeli, Walt Disney olması lâzım gelen taklidî masal bile resimlerde aşikâr bir propaganda oluyor” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Hazırlayanlar. İ.Enginün-Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2008, s. 57).

3 Aralık 1958

“Dün o kalabalık ve sıkıntıda “Dedektif” adlı bir filme gittim. Chesterton’un Father Brown’undan alınmış. Fakat Alec [Guinness] çok güzel oynuyor. Zarif, spritüel, Fransa ile İngiltere arasında, ikisini de bilenlerin tadabileceği bir eser. Chesterton’u bir zamanlar severdim. Din adamları bana acayip bir ümitsizlik veriyorlar” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Haz. İ.Enginün – Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2008, s. 133).

MÜTHİŞ IVAN (1945) 

Yönetmen: Sergei M. Eisenstein

Senarist: Sergei M. Eisenstein

Oyuncular: Nikolay Cherkasov, Lyudmila Tselikovskaya, Serafima Birman

 

 

KRALİÇE KRİSTİN (1933)

Yönetmen: Rouben Mamoulian

Senarist: H.M. Harwood, Salka Viertel

Oyuncular: Greta Garbo, John Gilbert, Ian Keith

 

 

20 Temmuz 1959 

“Burada iyi kötü birkaç film gördüm. Fakat Ingmar Bergman yoktu içlerinde. Arar, bulur, görürüm. Son günlerde Rus filmleri Paris’i epeyce sarmış. Bilhassa Eisenstein’in filmlerini seviyorlar. Potemkin Kruvazörleri’ni evvelce görmüştüm. Bu sefer Müthiş Ivan’ı gördüm. Çok uzun film. Üç saat sürüyor. Barbar, Zengin, hattâ aç gözlü, hiçbir ekonomisi olmayan, romantik bir eser. Ruslar, daha doğrusu asıl yapan, ihtilâlle destanı karıştırmış. Zaten daima yapıyorlar Ruslar bunu. Korkunç Ivan’da ihtilâl nazariyesi, tarih hatası, iyi niyet, hesaplı romantizm, hakiki deha ve buluş gırla gidiyor. Teferruatının hemen hepsi güzel başka film bilmem var mıdır? Fakat Ivan’ın şahsiyetinin mübalağası, o romantik jestler hepsini mahvediyor. Sanki herif Kraliçe Kristin’in Garbo’suna imrenmiş. Bittabi sadece bunun için filme kötü denemez. Göz, zihin gibi nankör ve hoyrat değil. Teferruata da teşekkürü unutmuyor. Hattâ bu teferruat için ister istemez harikulâde demeğe mecbur oluyoruz. Birkaç sahneyi hâlâ hatırlıyorum. Başka kilisede İvan’ın çarlığını ilân edişi. Düğün ziyafeti sahnesi. Kazan’ın alınışı. Muharebe sahneleri devrin İtalyan ressamlarından alınmış büyük bir konstrüksiyon ve bittabi çok güzel. Yalnız Kazanlılar tarafı mübalağa ve karikatür. Bu Kazan’ın zaptı bizim tarihçilerin atladığı, fakat tarihimizin neticelerini hemen gördüğü bir hadisedir. Çariçenin kıyafeti, tebessümü de Fransız Ortaçağ kadınlarının resimleri âdeta. Ne kadar güzel. Ve sinema olduğu için katlolunmuyor. Karda ilahi söyleyerek yürüyen müthiş bir kafile sahnesi var. Sonuna doğru bittabi –hep filin keman çalışı kabilinden psikolojik tereddütlerden, azaplardan sonra- bir içki ve bale var ki emsalsiz. Sonra çarın halasının oğlunun ölümü sahneleri geliyor ve ihtiyar halanın –hakiki bir cadı- söylediği türkü… Hülâsa bir çeşit israf ve sefahat. Buna Burbokof’un –adını inşallah yanlış söylemedim- musikisini de ilâve et. Ne var ki filmden ziyade tarihî roman. Müthiş surette on dokuzuncu asır. Ve romana çevirince de kat’iyyen filmdeki yerinde kalmıyor. Michel Zevako’ya kadar iniyor. Bilmem anlatabildim mi? Sinema dili herhâlde bu yanlış görüş, bu kıymet değişmesi olmasa gerek” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s.137-138).

GİZLİ CELSE (1954)

Yönetmen: Jacqueline Audry

Senarist: Pierre Laroche, Jean-Paul Sartre

Oyuncular: Arietty, Frank Villard, Gaby Sylvia

 

 

12 ÖFKELİ ADAM (1957)

Yönetmen: Sidney Lumet

Senarist: Reginald Rose,

Oyuncular: Henry Fonda, Lee J. Cobb, Martin Balsam

 

 

 

MARIE OCTOBRE (1959) 

Yönetmen: Julien Duvivier

Senarist: Julien Duvivier, Jacques Robert

Oyuncular: Danielle Darrieux, Bernard Blier, Robert Dalban

 

20 Temmuz 1959 

“Hemen hemen aynı günlerde Marie Octobre diye küçük, zengin ama başka türlü zengin bir Fransız filmi gördüm. Hiçbir taşkınlığı da yok. Hatta sinemasının tabiî imkânları olan geriye gitmeler, filân da yok. Bir mukavemet şebekesi, senelerden sonra kendi reislerinin ölümüne sebep olan adamı arıyorlar ve buluyorlar. Kendi aralarında buluyorlar. Bir odanın içinde konuşarak, bir uçtan öbür uca gidip gelerek. Bittabi müthiş; Kapalı Celse ve Onikilerin Hiddeti var. Ama güzel film. Tiyatro olmasına rağmen güzel film. Bu İvan filminin neticesi olarak bir azaptan kurtuldum. Mahmud-ı Sânî mütemadiyen Çekmece gölündeki kuğuları avlar (bir kış mevsimi). Ben buna müthiş kızardım. Meğer kuğunun kebabı, çevirmesi yani çok güzel olurmuş. Bunu bana doktor Larosa’nın karısı söyledi. Mahmud-ı Sânî’yi affettiim. (Filmde bir yığın kızarmış kuğu getirirler.)” (Tanpınar’ın Mektupları, haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 138).

“Acaba sinema nedir? Bir sanat mıdır? Sinemanın en büyük iddiası: -Biz kelime medeniyetinden çıktık, bir hayal medeniyetine girdik. O halde, sinema dildir ve hayallerin dilidir. Bu yeni bir insan yarattı; medeniyet, insanı, okur yazar olmaktan çıkarıp, resim seyreder vaziyete soktu. Gizli Celse, filme alınmış, böylece, kelimeye emanet edilmen şey resme geçmiş. Eser çok güzel oynanmış, fakat Sartre kaybolmuş. Gizli Celse’nin tem’i Dostoyevski’den gelir: İnsan bir başka insana ve varlık bir başka varlığa tahavvül edemez. eserde olduğu yerde mahkum olma, var” (Turan Alptekin, Bir Kültür Bir İnsan, İletişim Yayınları, 2001, s.200).

“Sinema romana da tesir ediyor: Resimli roman. Bundan daha büyük eşeklik, hamakat olur mu? Güpgüzel okumak varken insanı küçülttü, okumaktan alıp resim seyrettirebildi. Demek ki sinema tiyatronun, resmin yerini almak iddiasındadır. Acaba bu felaket oldu mu? Satre, Gizli Oturum: Varlık bir başka varlığa tahammül edemez. İnsan, insanın cehennemidir. İki kadın ve bir erkek ölüyor. Lalettayin bir oda; otel odası… Üç yeni ölü arasında korkunç bir konuşma var. Üçünün de mazisi öğreniliyor. Bu üç insan, ateşten bir kemerin içinde daimi kalacaklardır, dışarı çıkamayacaklardır. Herkes pencerenin önünde mazisini görüyor. Herkes mazisini anlattıktan sonra pencere kapanıyor; gene beraber kalıyorlar; cehennemlerindedirler. Sinema, tiyatroyu alıp başka bir şey yapıyor; demek ki tiyatronun yerini tutmuyor. Sinema, tiyatro ve romanı ancak tehdit edebiliyor ama yerini alamıyor” (Edebiyat Dersleri, Dergâh Yayınları, s.48).

 

IDIOT(1958) 

Yönetmen: Ivan Pyrev

Senarist: Fyodor Dostoyevski, Ivan Pyrev

Oyuncular: Yuriy Yakovlev, Yuliya Borisova, Nikita Podgorny

 

MEMURLAR (1959) 

Yönetmen: Henri Diamant-Berger

Senarist: Georges Courteline, Henri Diamant-Berger

Oyuncular: Noël-Noël, Philippe Clay, Jean Richard

 

27 Temmuz 1959

“Sinemada daha güzel şeyler gördüm. Meselâ dün Courteline’in şu ‘Memurlar’ını. Hârika bir maskaralık. Onun yanı başında Dostoyevski’nin Ruslar tarafından yapılan ‘Idiot’su. Bilir misiniz ki bu film günlerce beni meşgul etti. Çünkü müthiş bir tezadı var. Bir taraftan yalnız Ruslar tarafından ve Rusya’da çevrilebilirdi. Peyzaj, atmosfer, musikî, müthiş mahallî sahneler ki insanı hakikaten şaşırtıyorlar. Hakikaten mesuttum seyrederken, demek istiyorum. Diğer taraftan kitabın yalnız birinci kısmı ile iktifa edilmiş. Diğer üç kısım atılmış. Dostoyevski bu bakımdan biraz daha dışarda kalmış. Fakat garip şey ama, muvaffak da olmuş. Çünkü Dostoyevski’deki azabı, düşünceyi, eşyaya, çehrelere, musikiye falan geçirmiş. Roman olarak, yahut hikâye olarak da elimize pekâlâ Mösyö Buffet’nin yahut Alexandre Dumas Fils’in iktifa edebileceği bir senaryo kalıyor. Ve insan bu filmi görünce -doğrusunu istersen, Ruslardan ziyade Fransızların elinden çıkması icap eden bu filmi görünce demem lâzım, çünkü ortaya atılan mesele Bourget taraftarlarıyla Rus romanı taraftarlarınıın arasında o kadar münakaşaya sebep olan meseledir; bu münakaşaların büyük bir kısmı gençliğimiz geçti- hem Dostoyevski’nin hareket noktalarını, hem de (biraz yokluğuyla) biraz da kendi dehasını görüyor. Bittabi Ruslar işi büsbütün para meselelerine, burjuva ve aristokrat ahlâkına dökmüşler. Yalnız, bir yerde asla sadıklar, yani ‘Idiot’ İsa’ya, generalin kâtibi şeytana benziyor. Fakat Rogojin’le prenses arasındaki o korkunç sahne, Holbein tablosu arasındaki konuşma, onlar kaybolmuş. Hülâsa kompozisyon meselesini büsbütün başka plana nakleden acaip bir eser ki, insan nâmütenahi üzerinde konuşabilir” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 65-66).

Temmuz 1959

Idiot filmini gördüm. Kitabı bugün almamışlar. Dahiyane bir operasyonla birinci kısımda, yani Nastasia’nın Rogojin’le gittiği, öbürlerini kovduğu sahneye kadar iktifa etmişler. Ve birçok şeyleri satir hâline getiriyor. Fakat öyle bir çekiş, öyle bir vaz-ı sahne var ki; insanı çıldırtıyor. Bütün bir eski Rusya, bütün bir anlayış filmde. Birkaç yerde hakikî kabuslar var. Ve bu kâbus sahneleri Dostoyevski’nin dehasını, romanın hırpalanmasına ragmen, daha iyi veriyor. Sonra harika bir kış var! Bayağı beni yerimden oynattı. Hele bir sokak çalgıcıları ve onların şarkıları var, insan hakikaten büyüleniyor. Hülâsa Budala film edebiyatına bu sefer başka çehreyle, fakat hiç de Dostoyevski’yi yalanlamayan bir çehre ile giriyor. Garip bir muvazene de kurmuşlar: Prens İsa oluyor, Vanya da sultan ve bunu gözünüzle görüyorsunuz” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 135).

 

 

MARUZELLA (1956) 

Yönetmen: Luigi Capuano

Senarist: Luigi Capuano, Alfredo Giannetti

Oyuncular: Marisa Allasio, Massimo Serato, Yvette Lebon

 

 

ÇEHRE (1958)

Yönetmen: Ingmar Bergman

Senarist: Ingmar Bergman

Oyuncular: Max von Sydow, Ingrid Thulin, Gunnar Björnstrand

 

 

27 Eylül 1959

“Odaya mümkün mertebe geç gitmek için yemekten sonra bir film aradım. Maruzella diye –galiba böyleydi-, bir filme gittim. Çaçaça aptallığı. Fakat güzel fotoğraflar vardı ve kız da hiç fena değildi. B.’ın karısı H.’ye benzeyen üvey anne ile aynı adamı seviyorlardı. Meraktan kurtulman için hemen söyleyeyim ki, üvey anne ile diğer âşıkı öldü, onlar da evlendiler” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 152).

 

7 Aralık 1959

“Ingmar Bergman’ın bir hafta evvel gittiğim filmi: Çehre, Alman romantizminin son eseri gibi bir şey. Mesmer-Cuvier karşılaşması, ipnotizma, çok güzel sahneler vardı. Büyük fotoğraf oyunları. Şimşekler, hayaletler (hayalet olmayan), siste orman sahnesi. Dürer linen fotoğraflar ve âdeta Balzac realizmi. Eşya ve çehreler. (Dördüncü Henry ve bilhassa Vanya Amca’nın oyunundaki güzellik)” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Haz. İ.Enginün-Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2008, s. 172).

 

KÖPEK HAYATI (1918)

Yönetmen: Charles Chaplin

Senarist: Charles Chaplin

Oyuncular: Charles Chaplin, Edna Purviance, Dave Anderson

 

 

 

MODERN ZAMANLAR (1936) 

Yönetmen: Charles Chaplin

Senarist: Charles Chaplin

Oyuncular: Charles Chaplin, Paulette Goddard

 

 

 

DİKTATÖR (1940) 

Yönetmen: Charles Chaplin

Senarist: Charles Chaplin

Oyuncular: Charles Chaplin, Paulette Goddard, Jack Oakie

 

 

 

22 Ekim 1959

“Bu arada Şarlo’nun Diktatör’ünü (Avignon’da), eski filmlerden de (okunamadı) burada gördüm. Diktatör hafifti, yalnız bazı sahnelerde hoşuma gitti. Köpek Hayatı‘na bayıldım, fakat nasıl diyeyim, büyük artist değil. Bir yerde kalıyor. Yine Modern Zamanlar’ı inşa edip gerisinde dikkatli davranmalı. Maskara her zaman çekilmiyor, yahut Shakespeare’de olduğu gibi (Dostoyevski’de de öyle) dramın içinde, getirdiği değişiklik ve cesaretle güzel oluyor” (Tanpınar’ın Mektupları, haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 160).

 

ÖLÜMSÜZ KADIN (1963)

Yönetmen: Alain Robbe-Grillet

Senarist: Alain Robbe-Grillet

Oyuncular: Françoise Brion, Jacques Doniol-Valcroze, Guido Celano

 

ORPHÈE (1950)

Yönetmen: Jean Cocteau

Senaryo: Jean Cocteau

Oyuncular: Jean Marais, François Périer, María Casares

 

 

 

Mart 1960 “Dün Güzin ve Abidin’le Paris dışında bir yerde bir hayvanat enstitüsünde, Alain bize çektiği filmleri sesli olarak gösterdi. Yanında yeni hanımı vardı. Evvelâ enstitünün kendi çalışmalarını gördük. Çekirgelerde cinsî hayat ve ses. Bir saat kadar bir şey tuttu. Şaşılacak şey. Aynı sesi duyduğu için dişi çekirge erkeği zannıyla herifin eline çıkıyor, elektrik âletlerine tırmanıyor. Tevekkeli değil bizim kadınlar cami cami güzel sesli hâfızların peşinde gezerlerdi. Kadın kulak, erkek koklama hissi derlerdi demek doğru. Fakat insan tabiî çok karışık. Alain’in filminde harikulâde şeyler var. Bir kere sesler çok güzel. Münir’den Naat-ı Mevlâna’yı gayet iyi almış. Hülâsa Dreux’de güzel bir bahar günü biz Itrî ve Dede dinledik, bittabi Âşık Veysel’ler falan da vardı, ama bendeniz pek yoktum. Fotoğraflar da çok güzel. Bazı renkliler Kadirî zikrinde Goya gibi şeylerdi. Daha film tanzim edilmemiş. Heyet-i umumiyesi ne olur bilmiyorum” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s.181).

 

12 Mart 1960

“Bu geceyi Cocteau’nun Orphée’nin Vasiyetnamesi’nde geçirdim. Film tam mânasıyla Cocteau idi. Yani avant-garde olmağı itiyat etmiş bir adamın filmi. İlk piyesinin hâtırasıyla, yahut onun açtığı izde, bütün hayatını ölüm fikrinin etrafında topluyordu. Cenupra geçiyor, kahramanları, şiirinin temleri, hattâ aksesuvarı. Çünkü Cocteau’nun şiirinde ve eserinde tiyatro gibi aksesuvar vardır, ihtiyar şairin durmadan karşısına çıkıyorlar, onu ölümüne götürüyorlardı. Bittabi hiç reel tarafı yoktu. Cocteau Orpée idi, ölümü de Athena’nın attığı bir okla oldu. Picasso ve Stravinsky müziği, bir İspanyol takımı. Hülâsa fantastik bir yığın sabun köpüğü, asır başı modernizmi, kendi havası, kendi deseni. Bir omuzu çarpık yürüdüğünü fark ettim. İstanbul’da dikkat etmemiştim. Komik sahnelerine rağmen, incisamsızlığına, irreel taraflarına -invraisemblable diyecektim- rağmen insanı yakalıyor. Kitapları gibi her an bırakabilirsiniz. Fakat bırakmıyorsunuz. Sonunda da Cocteau’nun yalanı veya hakikati tek probleminiz oluyor.. Dönüşte, bu sabah çok düşündüm, ne reddedilecek bir tarafı, ne kabul imkânı var. Elma gibi, herhangi bir şey gibi, bir adamla karşı karşıya kalıyorsunuz. Hepsi belki yalan ve canbazlık. Fakat kendine sadık. Demek sanat elli altmış sene bir yalanı yaşamak, ona sahnedeki rol gibi inanmak.” (Tanpınar’ın Mektupları, haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 221-222).

 

EKMEK, AŞK VE HAYÂL (1953) 

Yönetmen: Luigi Comencini

Senarist: Luigi Comencini, Ettore Maria Margadonna

Oyuncular: Vittorio De Sica, Gina Lollobrigida, Marisa Merlini

 

 

SERSERİ AŞIKLAR (1960)

Yönetmen: Jean-Luc Godard

Senarist: François Truffaut

Oyuncular: Jean Paul Belmondo, Jean Seberg, Daniel Boulanger

 

 

11 Mayıs 1960 

“Bugünlerde iki film gördüm. Birisi Ekmek, Aşk ve Fantezi (hayâl). İtalyan filmi. Hârikulade bir komiği, tatlı bir hicvi vardı. Galiba İstanbul’a geldi” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 196).

 

11 Mayıs 1960

“Bugünlerde iki film gördüm. […] İkincisi de bu sene pek beğenilen Le Vent de Souffle. Modern Romeo-Juliet. Fena değildi. Belkemiği çarpık olmasa hârikulade tarafları vardı. Camus’nün Etranger’sinin başka türlüsü. Belki de hiç benzemiyor. Fakat entelektüeller modern hayatı bu gözle görmeği tercih ediyorlar. İllâ ki bütün değerler iflas etmiş olsun! Mamafih dediğim gibi fena değildi” (Tanpınar’ın Mektupları, Haz. Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2007, s. 197).

 

YAZ İÇİN BİR KIZ (1960)

Yönetmen: Édouard Molinaro

Senarist: Maurice Clavel

Oyuncular: Pascale Petit, Micheline Presle, Michel Auclair

 

 

ŞEHİR IŞIKLARI (1931) 

Yönetmen: Charles Chaplin

Senarist: Charles Chaplin

Oyuncular: Charles Chaplin, Virginia Cherrill, Florence Lee, Harry Myers

 

 

28 Kasım 1960

“Yaz İçin Bir Kız (Pascal Petit’nin) güzel film. Bir çeşit fatalitesi var. Cenubî Fransa. İsimlerine çıldıracağım yerler. Muayyen taraflarında ise “Deniz” şiiri oluyor” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Haz.İ.Enginün-Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2008, s. 243).

 

2 Nisan 1961

“Hülâsa Şarlo’nun “Şehrin Işıkları”ndaki o acayip macerayı, inkâr edilmeği iki defa yaşadım. Gece asabım bu yüzden bozuktu” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Hazırlayanlar. İ.Enginün-Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2008, s. 275).

 

LA DOLCE VİTA (1960)

Yönetmen: Federico Fellini

Senarist: Federico Fellini, Ennio Flaiano

Oyuncular: Marcello Mastroianni, Anita Ekberg, Anouk Aimée

 

ÜÇÜNCÜ ADAM (1949)

Yönetmen: Carol Reed

Senarist: Graham Greene

Oyuncular: Orson Welles, Joseph Cotten, Alida Valli

 

 

 

26 Mayıs 1961

“Park Otel’de yemek. Amerikalı bir Ermeni musallat oldu. Az Fransızcasıyla konuştuk. Hindistan’a gidiyor. Tavla oyunundan, kahvedenü Fransa’dan, Dolce Vita’dan ve sinemadan, şiirden romandan bahsettik” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Haz. İ.Enginün-Z.Kerman, Dergâh Yayınları, 2008, s. 296).

 

“Resim zevki ve sinemanın tesiri

Filhakika 1940’dan sonra yetişen gençlerin çoğunun şiirinde herhangi bir ritm endişesine rastlamak mümkün değildir. Bütün anti-intellectualisme’ine rağmen bir tarafıyla çok zihni (cerebral) olan bu şiire daha ziyade göz hâkim olacaktır. […] Filhakika bu devrin şiirinde (bilhassa İkinci Cihan Harbi’nden sonraki şiirde) beyaz perde sanatının daha gittikçe artan bir tesiri vardır. Manzumelerinin yürüyüşü ve örgüsü, hattâ sentimentalite’si ve trajiği doğrudan doğruya bu sanata bağlı görünen bazı şâirlerin dışında (bu cins şâirlerde Üçüncü Adam gibi bazı filmlerin, Walt Disney masallarının ve Charlie Chaplin’in tesiri daima aranabilir) bile imajdan imaja geçişsiz arayışları, kelimeyi her türlü poetique prestijinden sıyırıp çıplak bırakmak suretiyle âdetâ bir objet yapmalarıyla sinema daima az veya çok hâkimdir. Bununla beraber Türkiye’de doğrudan doğruya sinema estetiği üzerinde pek az durulmuş olmasına rağmen, bu tesirin mevcudiyeti ancak devir dediğimiz büyük etki ile izah edilebilir” (Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, 1977, s. 117).

 

KIRMIZI VE SİYAH (1954) 

Yönetmen: Claude Autant-Lara

Senarist: Stendhal, Claude Autant-Lara

Oyuncular: Gérard Philipe, Danielle Darrieux, Antonella Lualdi

 

Kırmızı ve Siyah, filme alınmış. Romanın bütün ana hatları mevcut, fakat ‘roman Stendhal’ değil. Demek, sinema, roman ve tiyatroyu aldığı zaman, onu başka bir şey yapıyor. Sinemanın istediği nedir? Bir Alman doçent, sinemadan önce bir sinema öncesi sanatı vardır, diyor. Halbuki, sinema öncesi sanat, rüyadır: sinema, insanda vardır. Romanla sinema arasında bir benzeyiş var. Sinema, insan kafasından gelmedir, insan zihninin bazı hayallerini andırır. Sinema evvela bir akis sanatıdır. Asıl sinema fotoğraftan ayrıldığı zaman, terkibî sanattır. Bugün sinema, tiyatro ve romanı tehdit ediyor, fakat onların yerini alamıyor. Tiyatronun, tanziminde attığı şeyi sinemada görüyoruz” (Turan Alptekin, Bir Kültür Bir İnsan, İletişim Yayınları, 2001,s.201).

ORFEU NEGRO (1959)

Yönetmen: Marcel Camus

Senarist: Marcel Camus, Jacques Viot

Oyuncular: Breno Mello, Marpessa Dawn, Lourdes de Oliveira