AHMET HAMDİ TANPINAR:
“YAZ YAĞMURU”
Abdülhak Şinasi Hisar
Ahmet Hamdi Tanpınar tam mânâsıyla olgun bir edebiyatçımızdır. Abdullah Efendinin Rüyaları gibi hikâyeleri; Huzur gibi romanı: Beş Şehir gibi denemeleri, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi gibi tahlil ve tetkikleri; nihayet, daha kitap haline getirilmemiş şiirleri tam bir edebiyat manzumesi teşkil ediyor.
Abdullah Efendinin Rüyaları güzel hikâyelerden mürekkeptir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şahısları sanırım ki Dostoyevski’ninkiler gibidir. Mütevazı, hayalperest, sanatkâr, manyak, kendi musikilerinin hâtıralarıyla kendi meseleleri içinde yaşayan insanlardır. Fakat üslûbu Dostoyevskivâri değil, rahat, sakin, edebî ve zevklidir. Bu üslûptan “daha çok ağırlaşıyor” diye şikâyet edenler oldu. Halbuki zaten herkesin kabul edeceği mâna ile üslûbun ağırlaşması ne demektir? Üslûp meselesi oldu mu, bu bazıları ev sahiplerini bastırmak isteyen hırsızlar gibi, en tabii bir edebî üslûbu tasannu addetmek istiyorlar. Her türlü edebiyat düşmanları, dillerin sadeleşmesi arzusu altında, âdileşmesi ihtiyacına kapılarak, üslûba asıl kıymetli tarafından târize yelteniyorlar. Diyebiliriz ki tenkidlerinin sebebini aslında bir üslûbun güzel olması teşkil ediyor.
Huzur düşünce mahsulü bir romandır: “Roman tekniği” diye kabul ettirmek istedikleri bazı yersiz ve yolsuz tenkidlerle romanı baltalamak isteyenler de oldu. Roman sanatı hakkında etraflı bir fikir edinememiş bir yazarın fikirlerini roman tenkidi adı altında yazması kısmen gülünç, kısmen de hazing oluyor. Romanlarda yalnız bir “iddia” yoktur, bizzat edebiyat meselesi, dil ve üslûp meseleleri vardır. Romanda müessir, lirik sahifeler, hulâsa gözlere çarpan sahifeler bulundukça, dogmatic birtakım “romanda şiir duyulmamalı!” tarzında mânasız tenkidler zihni ve zevki sadece karıştırmak isteyecektir. Esasa gelince Huzur romanında huzur mevcudiyeti iddiası yok, ancak güzel bir huzur ihtiyacı, onun imkânsızlığının düşüncesi ve belki de güzel bir huzur hülyası vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’dan başka kıymetli üç dört romanı daha vardır. Bunlar da neşredildikten sonra romancının hususiyeti daha belirmiş olacaktır.
Beş Şehir denemeleri güzel parçalardan mürekkeptir. Muharririn, İspanya’ya yaptığı seyahati ve İspanyol ressamları hakkında aldığı notları yakında yeni bir eser halinde vereceğini ümit etmekteyim.
19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi profesör Ahmet Hamdi Tanpınar’ın edebiyat derslerinden terekküp eder ve son zamanlarımızın büyük bir edebiyat araştırmasıdır. Bu tarih, Ahmet Haşim’in tâbiriyle “Bize göre” diyebileceğimiz ve hepimizin düşündüklerimizi birleştiren ve icmal eden, hiç birimizin lâkayt kalmayacağımız bir eserdir. Zira edebiyatımızın, dilimizin bütün meseleleri onun sahifeleri içindedir. Bunların bazı kısımlarına dokunmak bizim de hatırımıza gelirdi. Şimdi yapılan ikinci tab’ı münasebetiyle muharririn bu eseriyle çok meşgul olduğunu duyuyor ve bazı parçaların bir hayli kıymetli tashihler göreceğini de ümit ediyorum. Zira belki bazı kısımları ruhuna ermemiş gibidir ve bunun için yeniden mükemmel bir şekilde tabedileceğini ümit edebiliriz.
Nihayet, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın daha kitap haline getirilmemiş şiirleri vardır. Bir şiir mütehassısının bunların nesri kıymetinde olmadığını söylemesine ragmen bugünkü şiirimizin en kıymetli parçalarıdır. Bazı edebî mecmualar ve gazetelerde edebiyat anketleri yapıldıkça romancı, şair ve professor Ahmet Hamdi Tanpınar’ın edebî meselelere dair sorulan suallere cevap olarak en doğru, en kıymetli fikirleri ileri sürdüğünü her zaman görmeğe alıştık.
Son neşredilen kitabına gelince, buradaki hikâyeler hep aynı bir zaman ve aynı bir muhit içinde, akrabalıkları bulunan aynı kişiler arasında, denilebilir ki aynı dil, aynı lezzet ve aynı kıymetle devam eden parçalardır. Bunlar hazing bir “Yaz Yağmuru” ile başlıyor. “Teslim”de birbirlerini tamamlayan tezatlar vardır. “Acıbademdeki Köşk” yerinde, tabiî görünüyor. “Rüyalar”, “Abdullah Efendinin Rüyaları”nı hatırlatır gibi oluyor ve kitap bir “Yaz Gecesi” ile bitiyor. Hikâyelerdeki şahıslar yine Dostoyevski şahıslarını andırıyor. Kendi içlerine gömülmüş, kendi hâtıralarını birer tesirli musiki gibi duyan insanları düşündürüyor. Arada, bazan da Henri de Regnier’nin adamlarını hatırlatmış oluyor. Bütün bu şahısları, soğuk birtakım yabancılar gibi değil hikâyelerini duymakla mütehassis olduğumuz insanlarla karşılaşıyoruz. Bunları dinlerken hazan Huzur romancısını, bazan Beş Şehir mütefekkirini, bazan da şair Ahmet Hamdi Tanpınar’ın manzumelerini duymuş gibi oluyor, fakat onları hiçbir zaman eski musikilerden ayrılmış gibi, yadırgamıyoruz.
(Türk Yurdu, sayı 249, Ekim 1955, s.314-315)